10 Şubat 2011 Perşembe

YOK OLAN MİLLET İBRANİLER

İnsanoğlu zamanı hep ileri doğru yaşamasına karşın düşünce ve inanç köklerini hep geriden yaşar..İlerlemeler,buluşlar, bilim ve teknik asla geriden alınan mitlerin değişmesin-
de etkili olamamışlardır.

Çağdaş Mitlerin beklide en önemlisi Mısır ve İbrani tarihi üzerine yazılmış olan onlarca yazı ve soy oluşturma endişeleri ile yazılmış olan bir tarihtir.

1947 yılında Kurmanda bulunan ölü deniz parşömenleri gerçek tarihle asla uyuşmayan mit şeklindeki hikayeler temelinden sarsılmış durumdadır.Eski ahitte yer alan İbrani tarihi kutsal kitaplardaki gibi olmayıp anlatılanların sadece bir hikaye olduğunu bugün bütün çevreler artık kabul etmek zorunda kalmışlardır.İbranilerin Mısırda yerleşik varlıklarıyla ilgili olarak eski çağ tarihçilerinin elinde hiçbir sağlam kanıt bulunmaz.Yaratılan tarih sadece Eski ahit baz alınarak yazılan tarihtir ve asla gerçeğe uymaz.Eski çağın en önemli tarihçisi olan Menethonun kronolojisi ile İbranilerin ve eski ahitte bulunan İbrani tarihi arasında oldukça büyük çelişkiler yatar.Tarihçi menethonun üstüne birde, torino papürüsü,Palermo taşı ve diğer arkeolojik bulgularda eklendiği zaman İbrani tarihi işin içinden çıkılmaz bir boyut alır.Mısır hanedanları konusunda elimize ulaşan en önemli belge papirüs ve yazıtların haricinde menethon un mısır tarihi adlı yapıtıdır.Menethon, mısır doğumlu yüksek dereceli bir rahiptir ve mısır tarihiyle ilgili olarak her şeyi yazılı hale getirmiştir.Bu yapıtta uzmanlaşmasının asıl sebebi Halikarnaslı Herodot un Tarih adlı kitabında mısır hakkında yazdığı bilgilerin gerçek dışı olmasından kaynaklanmıştır.Yazdığı tarih kitabının aslı, bütün önemli belgelerde olduğu gibi oda bir anda ortadan kaybolmuştur.Menethonun Tarih adlı kitabı daha sonraki dönem ler de Yahudiler ve mısırlılar arasında derin polemik konuları oluşturmuştur.Bu polemik konusu daha sonra Yahudi tarihçilerce Hıristiyanlığa taşınmış ve Eusebius, Africanus,Syncellus, gibi sonraki yüzyıllarda doğan tarihçiler bu kitabı görmezden gelmişlerdir.Bunun sebebi ise kita bın daha başından itibaren evrenin yaradılışını anlatan bölümlerin kutsal yazmalara ters düş mesidir.Ancak asıl tartışma konusu Yahudilerin mısırdaki varlığı ve Exodus a yoğunlaşmıştır. Yahudilerle antisemitik mısırlılar arasındaki bu tartışamanın asıl noktası, batı dünyasının he lenistik uygarlıktan önce ondan daha güçlü bir uygarlığı tanımak istememesinden kaynaklan maktadır.Tarihçi menethonun yazdıklarına iki noktadan saldırılır.Birincisi evrenin yaratılışı ve dünya yaşamının başlamasıyla olan tarihin tamamen kutsal kitaplara ters olması, diğeri ise mısırdaki yerleşik Yahudi varlığı ve bunların ülkeyi kendi istekleri ile terk etmeleri üzerine kur ulu Exodus hikayesidir.Yahudiler dünyanın yaradılışını kutsal kitaplarında İ.Ö. 3760 a bağlamışlardır ve bu menethona asla uymaz.Yaptıkları her şeyi yazılı hale getirmeyi bir alış kanlık haline getiren mısırlılarda II ramses döneminde yapılan ve bugün elimizde olan torino papirüsü olarak bilinen belgede, sakara ve ağabeydos olayların detaylı anlatımlarıda dahil ol mak üzere kral listelerinde Yahudilere ait hiçbir iz bulunmaz.akhenaton adıyla bilinen mısırın efsanevi kralına ait ünlü amara mektuplarında Yusuf zamanında mısıra yerleşmiş ve daha son ra Musa vasıtasıyla ülkeden ayrılmış Yahudi varlığından asla bahsetmez.Kısaca eski mısır ka yıt ve belgelerinde Yahudilere ait en ufak bir iz dahi bulunmaz.
Eski ahitte yer alan Yusuf dönemimde mısıra yerleşme ve 400 yıl sonra çıkış ı tarihin be lirli bir noktasına koyabilmek oldukça zordur.Eski ahitte yusufun çağrısı üzerine mısıra gelen Yahudiler kitapta ismi verimeyen firavun tarafından deltanın doğusunda ramses dolaylarına yerleştirilmişlerdir.Ve bu oldukça kafa karıştırıcıdır. “ Ve Yusuf babasını ve kardeşlerini yer leştirdi, ve firavunun emrettiği gibi mısır diyarında, memleketin en iyi yerinde,ramses civarın da mülk verildi “ (tekvin 47:11) Bu ismi taşıyan firavun sülalesi kutsal kitapla tam bir çelişki halindedir.Bu şehir I setinin oğlu Büyük ramses zamanında kurulmuş olup , yusufla olan kro nolojik uyumsuzluğundan dolayı bu yazıyı çöpe atmak yapılabilecek en iyi ve doğru davranıştır.Çünkü Genesis ve Exodusta Yahudiler mısırda 400 yıl yaşar , eğer başlangıç seti dönemine yerleştirilir ve Yusuf o dönemin veziri kabul edilirse bu sefer Exodus un 10 yy düş mesi gerekir.Yine eski ahite göre Süleyman tapınağının mısırdan çıkışın 480. yılında inşa edil diği bilgisine göre bu kronoloji uygulanırsa tapınağın yapımı 6.yy. denk düşer.Bu çelişkili y a zılar eski ahitteki ramses dolayları ifadesini ciddiyetsiz kılar.
Tekvinin sonlarında , bu kez Yakup un yaşadığı yer olarak karşımıza Goşen ili yeni bir coğrafya olarak karşımıza çıkar.Bu somut olarak bugüne kadar doğrulanamamakla beraber go şen denilen bölge deltanın en doğu ucundan sinaya kadar uzanan alanı belirtir.
Büyük bir olasılıkla ele alınan tarihten yüzyıllarca yıl sonra yazılan belgeleri kaleme al- anlar, o günlerde var olduğunu bildikleri Pi-ramses kentinin çok daha eski olduğunu sanmak gibi bir yanılgıya düştüler.Ama Yahudi Ejiptologlar , Ramses şehri dolayları ifadesini görmez den gelerek, eski ahitin kendi içinde tutarlı olduğundan yola çıkarak kent adı yanlış verilse bi le sözü edilen olayları yaşanmış kabul ederek kronoloji içinde yer bulmaya çalıştılar.Bu kez EXODUS un başında yer alan “esir kavim “ kavramına referans getirme çabasına girdiler.
“ Ve firavun için pitom ve raamses ambar şehirlerini yaptılar” (Çıkış 1:11) , aynı kent adı kafa karıştırıcı bir şekilde farklı bir yazımla Exodus içinde karşımıza çıkar.Raamses in pi-ramses adıyla bilinen , II ramses in başkenti ise, bu şehrin ne zaman yapıldığı bilinmektedir. Bu bilgi İbranilerin mısırdan çıkışının , krallık döneminin güçlü hükümdarlarına rastlamış ola bileceğine karşın, kronolojik açıdan daha makul görülen ve ekonomik/coğrafi verilerle daha u yumlu izlenimi veren teoriye yönelme.Bu süre içinde Seti nin ramses in, Tutmosis in, Kraliçe Hatşeptu nun adları EXODUS un muhtemel firavunları olarak ağızlarda dolaşır.Ne varki bu dönem içerisinde mısır içinde kitlesel hale yaşayan bir İbrani varlığına ve kitlesel halde mısır dan ayrıldıklarına dair en ufak bir belge bulunmaz.Eldeki tek veri mısırın o dönemdeki fethe –dilen farklı bölgelerden getirilen esir işcilerin çalışr-tırılmış olabileceğini gösteren kimi kayıt lar ve Akhenaten dönemine ait Amarna mektuplarında geçen “Habiru yada Apiru” nitelemesi nin İbrani (Hebrew) sözcüğüne dolaylı benzetilmesidir.
Habiru sözcüğü ile İbranilerle ilişki kurulsun veya kurulamasın gerçek olan şudur ki,Tell amara mektuplarında bu topluluk çarpıcı bir biçimde anlatılır, yerleşik topluluklara baskı yap- an ve göçebe bir topluluk buluruz karşımızda.Bu mektuplar firavuna şikayet mektuplarıdır.Bu bize tek bir şeyi kanıtlar Akhenaton devrinde İbrani denilen topluluğun çoktan kenen diyarına yerleşmiş olduklarıdır ve bu topluluğun mısırda yaşadığına dair hiçbir kanıt yoktur.
Mısırda yaşamış yabancı varlığını analiz etmenin bir diğer yönü,mısır devletinin sınıfsal ve politik yapısını doğru anlamak çok önemlidir.Geleneksel mısır anlayışı heredot un yazdıkla rından yola çıkılarak yazılmış bir tarihtir.Roma dönemi tarihçileri piramitle dönemi çağını, kö leci bir devlet anlayışı içinde varsaymışlar, batılı tarihçilerin oryantalist yargıları sonucunda klişeleşmiş bir bakış açısına dönüşmüş, Marksist bakış anlayısıda düşünce anlayışıda arpa bo yu ilerleyemeyerek aynı bakış açısının farklı bir versiyonu olmuştur.Dolayısıyla günümüze ka dar gelen bakış açısı Mısır ın , İlk köleci devletlerden biri olduğu anlayısıdır.
Yazarlar, Zubritski-Mitropolski-kerov tarafından yazılan İlkel topluluk,köleci toplum, feodal toplum adlı kitabında “ Mısırdaki ilk iktisadi birimler, köle sahipleri tarafından sömürü len kır topluluları olarak görülür.Daha sonra tapınaklara ait tarım işletmeleri hızla yayılarak, mezapotamyada olduğu gibi, kır toplulukları sınıflara bölünerek, köle sahiplerinin, rahiplerin ve tefecilerin bu toplulukların topraklarına el koymasıyla dağılıp parçalanmıştır.Yoksullaşan köylülerin durumu kölelerin durumundan hiçte farklı değildir.” Yorumunu getirirler.
Bu yorum, uygarlık tarihinin sınıflı toplumu açısından doğru olamkla beraber bu sapta ma tarihsel olarak süregelecek bir takım yanlışlıklarında zeminini hazırlar.Öncelikle devlet kavramı varsa sınıflı toplumsal yapının olması kaçınılmazdır.Bu sınıflı jenerik eski mısır kral lığına uygulandığı zaman ortaya çok büyük bir yanılgı çıkarır.Herşeyden önce çağın ekono- mik modelinde köleler ve köle sahipleri kavramı izine asla rastlanmaz.Eski krallık dönemine ait bulgular, ekonominin itici gücünün tarım olduğu fakat bunu analiz ederken Marksist yak laşımın hataya düştüğünü görürüz , ortada köleleştirmeye yönelik bir ekonomik model yoktur verimli tüm topraklar devlete aittir ve bunun işletilmesi köleler ile değil özgür mısır halkı ile gerçekleştirilir.Despotik yönetim söylemleri sadece hikaye niteliğindedir.Kral hem rahiptir hemde mısırın en üst mertebedeki komutanıdır.Rahiplik ona saygınlık kazandırır.Kısa dönem için yapılan Marksist çözüm yanıltıcı olamakla beraber uzun dönemde bu çözümleme gerçek tir.Bunun sebebi ise artan ihtiyaçlar ve bunun sonucunda sınır güvenliği konusu ve fetihler bu çözümlemeyi uzun dönemde geçerli kılar.Bu sadece mısıra ait bir durum olmayıp tüm bölge de bu durum geçerlidir.


Mısırda eski krallık döneminde ortaya çıkan köleleştirme ile orta krallık dönemimde yo ğun olarak köle çalıştırma stratejisini beraberinde getirir.Mısırlılar askeri operasyonlarını lib ya bölgesinde yoğunlaştırırlar bu onlara hem ilkel kabileler karşısında mısırın gücünü hemde köle emeği için kaynak oluşturur. Benzer şekilde güneye doğru nubya ya (Sudan) seferler düzenlenir.Güneye yapılan seferler imparatorluk için gerekli hammadde ihtiyacınada önemli destek olur.Nubya da esir alınanlar madenlerde çalıştırılır.Askeri seferler düzenlenen kritik sınır komşuları arasında üçüncü bölge olan Nil in doğusunda yer alan topraklara yapılır.Sina nın doğusuna yapılan seferler hem Asyalıları deltadan uzak tutar kimi zamanda ekstra köle gücü sağlar.
Mısırda orta krallıktan itibaren yönetim sistematik bir biçimde, pragmatik bir yönteme dönüşür.Sınırlarda yaşayan kimi kabileler imparotorluk şemsiyesi altına alınarak onlardan biz zat yararlanılır.Bunun en tipik örneği nubay çöllerinin savaşçı kabileleri MECEY lerin resmi polis haline getirilmesidir.MECEY ler kral adına tarım alanlarını ,anıtları korur.Mecey lerin görev alanları bazen genişletilmiş Libya çöllerinde deltanın doğusunda, sinadan antik biblos a kadar kullanılmışlardır.Daha az olmak üzere doğu sınırlarını korumak için Asyalılardan bu şe kilde yararlanıldığı bilinmektedir.
Bütün bu yazılar ve mısır kayıtları mısırda yabancı varlığının devlet tarafından çok sıkı denetlenip kontrol altına alındığının bir göstergesidir.Köleler veya paralı askerlerin mısır şehir lerinde koloniler halinde yaşaması neredeyse imkansızdır.Ülkedeki tüm yönetim merkezden yapılmakta olup büyümeyle paralel olarak İ.Ö.20 yy bazı yerel yöneticilere kısmi etkiler veril miştir.
İbrani mitleriyle mısır kayıtları arasındaki büyük çelişkiler EXODUS kitabında başlar, bu kitapta mısırda yerleşik altıyüzbin İsrailli olduğunu belirtir.Dönemin mısır kayıtları ince lenirse bu rakamın yüzde onu bile hayaldir.böyle bir rakama sınırlar içinde yönetimin yaşama sına zin vermesini düşünmek bile oldukça çocukçadır.

Buna karşılık deltanın doğusunda nilin sularında hayvanlarını otlatmaya gelen ve bu ara da ticaretle uğraşan göçebe çoban kabilelerin varlığı mısır kayıtlarında mevcuttur. Ne varki bunlar eski ahitte Yusuf un babsına belirttiği gibi mısırlılarca hor görülen ve yerleşmelerine sıcakbakılmayan grubu oluşturur.
“ Ve olur ki sizi firavun çağırır, ve işiniz nedir der; sizde çocukluktan şimdiye kadar hem biz hem babalarımız,kulların,davar adamlarıdır, deyin ki, Goşen vilayetinde oturasınız, çünkü mısırlılar için her çoban mekruhtur. (Tekvin 46:33-34) Yani Mısırlıların dışındaki top lulukların yaşadığı yerlere dahi yaklaşması mümkün değildir.Bu durumda Goşen in Tell ed Dabaa çevresi olduğu ve buralarda yaşamanın firavun iznine bağlı olduğunu söylemek olduk ça doğrudur.Eski ahit ve yabancı izlerini bağdaştırmak zor olmaz.Burada deltanın doğusuna yerleşen paralı askerlerden değil firavunca yerleşimine izin verilen insan topluluğundan bahsesetmekteyiz ki Mısıra zaman içirisinde yerleşip etnik bir azınlık haline gelen Yahudi varlığı na ilişkin tarihsel ve arkeolojik bulgular yoktur.
Bütün bu bulunan bilgiler ondokuzuncu yüzyıldan itibaren Yahudi ejiptologlarca kitaba uydurma işine girişilir.Eski ve orta krallık dönemlerinin Yahudi tarine uymaması sonucunda eğilim ikinci ara döneme kayar yani, HİKSOS işgali sığınmanın tarihsel açıklayıcısı kabul edi lir.Kutsal kitap inancından sıyrılamayan ejiptologların yaptığı şey tamamen olayı kitaba uydur maktır.
Yahudi senaryosuna göre : Mısır bilinmeyen bir nedenden güçsüz düşer,direnç bile gös teremeden hikros işgaline uğrar, avaris kentini merkez alan ve bütün aşağı mısıra hakim olan bir Asyalı krallık kurulur.Böylesi bir durumda Asyalı yöneticiler mısıra etnik yapısını göçebe lerle dengelerler.Zamanla bu grup çoğalır,yüzyıla yakın süre sonra Thebes prensleri Hiksosla rı kovup eğemenliği tekrar sağlayınca, mısır yönetimi İbrani halkına düşmanca davranmaya başlar.Baskılara dayanamayan bu halk ülkeden topluca çıkar.

Senaryo kurgu olarak iyi olmakla beraber bu senaryoyu doğrulayacak en ufak bir kanıt yoktur.Kimdir bu Hiksoslar, nerden gelmişlerdir, mısırı ne zaman ve hangi güçle işgal etmiş lerdir.Eski çağ uzmanları tarafından yüzyılı aşkın süredir tartışılan sorudur bunlar.Asla bir fi kir birliği yoktur.İlk yanıtlanması gereken Hiksosların kim olduğudur.
Mısır tarihinde ikinci ara dönem olarak adlandırılan kargaşa yaklaşık İ.Ö.17 yy ortala rında başlar.13 hanedan sonlarına rastlayan bu dönemde 14.hanedan ortaya çıkar.Bu karanlık dönem oldukça çalkantılı bir dönemdir.sinadan batıya geçmeyi dahi hayal edemeyen kimi yağ macı kabileler dirençle karşılaşmaksızın menphisten geçerek aşağı mısırı işgal dahi ederler.Da hada şaşırtıcısı işgal yağmayla bitmez ve deltanın doğusunda 14.hanedan firavunlarından Neh si tarafından anıt kent olarak inşa edilen kent Hiksoslarca adı Avaris olarak başkent ilan edilir. 15.hanedan olarak hiksosları görürüz ve bu dönem 100 yıl sürer.
Öncelikle Hiksos kelimesinin anlamı üzerinde uzun tartışmalar olmuştur.İlk başta ma nethonun metinlerinden yola çıkılarak “çoban krallar” anlamına geldiği kabul edildi.Ancak yirminci yüzyılda yabancı krallar karşılığı kabul edildi.Bu fark çok önemlidir.çoban krallar deyişi doğrudan Sami kabilelerde ilişkilendirilirken Yabancı krallar geniş ve belirsiz bir kav ramdır.
Manethonun tarifi tamamen doğru olmasa gerekir.kelimenin ek kısmı shasu=göçebe çoban olmayıp yine mısır dilinde khasut = yabancı ülke olduğu kuvvetli bir ihtimaldir.hatta bu kelime XII sülale zamanında yabancıların reisi anlamında Beni_Hasan da gösterilen yabancı reislerin getirdikleri hediyeleri tasvir için kullanışmıştır.
Yabancı krallar mısırda fazla yabancılık çekmeden yerleşik hayata geçtiklerine ilişkin bilgiler Hiksos sorununu iyice karıştırır.O denli ileri giderki 15.hanedan kralları kendilerinin mısırlı olduğunu bile öne sürer.Dahası mısırı dış işgallere karşı , garnizon kurup korudukları bilinen bir bilgidir.
Bu noktada güçlü organizasyonla kurulmuş avaris in yine mısırlılarca yıkılmıştır.Hiksos işgaline denk gelen İ.Ö.640 ve sonrası dönemde mısır için ne babil nede asur tehdit oluştura bildi.Çünkü iki güçlü devlette zor günler geçiriyordu.Mezapotamyanın bu iki güçlü devleti Hi tit saldırılarına maruz kaldılar.Peki Hiksosları korkutan güç Hitit olabilirmiydi.Buda çok küçük bir ihtimaldir, kaldıki Hititler asur ve babil işgallerinden sonra yine topraklarına çekil mişlerdir.
İ.Ö.1600 dolaylarında, kuzey suriyeye inmeside çok sonra olmuştur.Bu durumda geriye iki aday kalır bunlardan biri güney anadoluyu kontrol altına alan Hint_avrupa kökenli başka bir halk, huriler; yada Levant, Filistin ve kuzeyinde yaşayan sami kabileleri.Bu işin içinden çıkılmaz bir bilmecedir.Hiksoslarla ilişkin görüş ve değerlendirmeler,

1-Hiksoslar, Filistin ve lübnanda yaşayan ve proto-kenan olarak tanımlanan Sami
kabileleridir.
2-Hiksoslar asur ve babilde kendilerine yer bulamayan göçebe amorit kabilelerin oluşturduğu bir topluluktur.
3-Hiksoslar, ege adalarından Filistin bölgesine deniz akınlarıyla gelen ve sonrasında
güçsüz durumdaki mısır a doğru yürüyen minos kökenli savaşcı gruplardır.
4-Hiksoslar huri ailesi ait Hint-avrupalı göçmen kollardan biridir.ve yollarının üzerin deki her şeyi yağmalayarak mısıra gelmişlerdir.

Birbirinden oldukça farklı bu görüşler oldukça karmaşık olmasına karşın,tarih, tek secenekli düz ve net yanıtlarla açıklanamayacak denli girift ve çogu zaman anlaşılması güç ayrıntılar üzerine kuruludur.
Hiksos sözcüğünün İ.Ö. 17. yy da bütün yakındoğuda yaşanan karmaşa sırasında , söz konusu dört seçenekteki etnik grupların tümü için de kullanılabilecek genel bir ad oldu gunu kabullenmek , en makul çözüm olarak karşımıza çıkar.Karışıklık içerisinde yakındo ğunun her yerinde, panik içerisinde göçler,akınlar ve yağma hareketleri yaşanır.Bu sürecin kahramanları sami kabileleri,hint-avrupa göçmenleri,Egeli savaşçılar.Ama asıl sorun Hik sos hanedanı nın nasıl oluştuğudur.
Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta hiksos akınlarının yağma ve talan üzerine kurulmuş olmasıdır.Manethon bu toplulukları Tanrı korkusu olmayan saldırgan zorbalar olarak tanımlamaktadır.Tapınaklar yıkılmış ve yağmalanmış, kadınlara tecavüz edilmiştir Konunun dahada çarpıcısı , izleyen dönemde kentlerin onarılması,askeri organizasyonla rın kurulması ve Avariste 5.Hanedanın kurulması ile belirtilen derin çelişki.Saldırganların taş üstünde taş bırakmadan sonra Judeo-Hristiyan tarih anlayışında birden kimlik değişti rip şehir imarlarına başlamaları ve kendilerini Mısırlı olarak tanımlamaları,kendilerinden birini haneden olarak tahta çıkarmaları bu düşünce çercevesinde mantık ile açıklamak çok zordur.O halde Ulaşabileceğimiz tek bir nokta vardır……?

HANEDANI KURANLAR HİKSOSLAR DEĞİLDİR.

Mısırın bu kargaşa döneminde iki farklı evre yaşadığını söylemek mümkündür.Bun lardan birincisi güçsüz düşen merkezi yönetimin acizliğini fırsat bilen ve hiksos adı altın da değerlendirilen kabilelerin daha kısa zaman dilimi içerisindeki yağmaları, ikincisi ise yağmacıların işlerini bitirdikten sonra mısırda yaşayan varoş halkın iktidar boşluğunu fır sat bilerek delta yönetimine el koymasıdır.Çoğu bilim adamı ve tarihçinin üzerinde anlaş maya vardığı bu noktadır.Avaris kentinde kurulan yeni hanedanlığın Mısırlı unsurlar oldu ğudur.Deltanın doğusunda bulunan arkeolojik bulgular bunu tamamen desteklemektedir.
Bulunan arkeolojik bulgular arasında taklit niteliği taşıyan bolca ikinci sınıf mısırlı objeler bulunmuştur.Buluna kalıntılar içerisinde daha eskiden bölgede yaşamış olan asya kökenli paralı askerlere ait bulgularda mevcuttur.Bir başka deyişle yıllarboyunca mısırlı sayılmayan ve alttabaka insanlara insanlara askeri disiplin oluşturularak, paralı askerlerin öncülük ettiği söylenebilir.
Yağma ve talandan kaçan eski düzen soyluları Thebes e çekilirken aşağı mısırın yeni sahipleri “ eskinin çobanlar “ oldu diyebiliriz.Yüzyıl süren bu yönetim 17.hanedanın The bes prensleri tarafından yıkılacaktır.Ve yeni krallık dönemi başlayacaktır.
Eğer konıunun başından beri aradığımız İBRANi varlığına dönersek kanıtların içeri sinde asla böyle bir halka ilişkin veri bulunmaz.Yeni krallık dönemindeki kutsal kitap ve mısır manzaraları incelenirse asla bir İbrani yerleşimi söz konusu değildir.Sorun İbrani diye bir halk tabakasının olmamsıdır aslında.Bazı inançlı ejiptologlar GENESİS i eğip bük erek 15.hanedan döneminde yerleşmiş olduklarını düşünsek bileki bu eski ahit kronolojisi ne asla uymaz, eski ahitte Yakup ve oğullarının ülkeye yerleşimini anlatan bölümler mısır resmi tarihiyle uzaktan yakından ilişkisi yoktur.Mısır kayıtlarının hiçbirinde EXODUS k ayıtlarını içeren bir belge bulunmaz.EXODUS ve GENESİS te ise Hiksos işgali ,Avaris kenti, Thebes kentindeki gelişmeler hakkında tek satır yazı bulunmaz.
GENESİS uslubunda daha çok orta krallık döneminin mısırını çağrıştıran izler yer alırken, EXODUS kitabında , firavun isimleri verilmez, coğrafi verilerde anlatılanlar bili nen kronolojiye asla uymaz.

VE TANRI ONLARI ATEŞLE VURUR…?

Tarih sahnesi böyle iken , Eski ahitte bulunan Mit yani masal benzeri sıra dışı doğal olayları incelersek gerçek ip uçlarını orda görebiliriz.
Bunlardan ilki Yusuf un Mısıra vezir olduğu sırada mısırda yaşanan ve 7 yıl sürdüğü belirtilen büyük kıtlık ile İbranilerin mısırdan çıkış öncesi bir dizi tüyler ürpertici olay..? Bunlar EXODUS 7-12 arasında uzun uzun anlatılır.Burda dikkat çeken asıl ve en önemli nokta bu masalların hiçbir mısır kayıtlarında olmamasıdır.Yeni krallık yani II.Ramses dö neminde felaketlerin en ufak izine dahi rastlanmaz.Bu masallar niye anlatılmıştır peki ?

1-Yahudi yazarlarca tanrılarının gücü abartılarak kendilerine resmi bir tarih yazmak istemişlerdir.
2-Bu felaketlerin mısır ın karmaşık dönemine ait olduğunu varsayıp yazılı kanıt bulma olasılığından vazgeçsek bile !!!!!!!

Birinci yaklaşımı kabul etsek EXODUS için tarih ve kronoloji asla tutmaz.İkinci seceneği kabul etsek tüm olaylar akıldışıdır ve devamının doğruluğunu gösteren hiçbir ize rastlanmaz.
Ipuwer adlı bulunan papirüste mısırda yaşanan doğal afetler anlatılmıştır.Bu anlatım şekli oldukça mecazi bir anlatım şekli olup.Eski ahit ile karşılaştırılması bilim adam larınca yanlış çıkarsamalara yol açacağından dolayı fazla dikkate almamakla beraber son dönemlerde bulunan arkeolojik kanıtlar ile yaşanan doğal afetlerin sadece mısır da yaşanmadığı aşağı yukarı tüm dünya bölgelerinde yaşandığına dair ikna edici veriler ortaya koyar.Bu dönemde indüs vadisi uygarlıklarının, harappaların yazılarından karşımıza doğal olmayan olaylar çıkar judeo-hıristiyan düşüncesinde bu bölgeden geçerek avrupanın kökeni,ni oluşturan insanlar yani Aryan ırkı felaketlerden etkilenmişlerdir.Bir diğer egenin görkemli uygarlığı minos ile ilgili doğal afetlerdir.Orta asyada ortaya çıkan doğal afetler,kuzey ve güneyde çıkanlar ile ko nu oldukça açılabilir.

EXODUS ta görülen mısırdan kitleler halinde kaçan İbrani kabileleri aslında tarihsel verilerdede görüleceği üzere , mısırın içinde hiçbir zaman yerleşik olmayan doğudan deltaya hayvanlarını otlatmaya gelen sonra Filistin ve Lübnan a dönene Bedevilerden başkası değildir
Felaketler başladığında mısırlıların değerli eşyalarınıda alarak kaçmışlardır.
“ Ve israiloğulları musanın sözüne göre davrandılar: ve mısırlılardan gümüş şeyler ve al tın şeyler ve giysiler istediler.: Ve rab mısırlıların gözünde kavma lütuf verdi ve istediklerini verdiler.Ve mısırlıları soydular” (Çıkış 12:35-36)
Bu hırsızlık olayı karşısında Çöl Bedevilerinin peşine düşen mısır orduları değil asayişi sağlayan birliklerdir.Kaçanlar sadece bedeviler değillerdir.Mısırlılar arasında deltanın doğu sundaki paniğe kabılan mısırlılardır.Bunun en büyük delili On emirin mısır dilinde yazılmış olamasıdır.
Kutsal kitapların en büyük mitlerinden bir tanesi kızıldenizi yaran İbranilerin karşı kıyıya ulaşmasıdır.Bugün artık bu mit Kızıldenizin bir çeviri hatası olduğu aslının sazlıklar denizi olduğu bilinmektedir.Bedevilerin peşlerine düşen msırlı atlı güvenlik ekipleri atlarıyla batak lığa saplanmıştır.Sina çöllerine geçen halk umutsuzluğa düşmüş, yukarı Kenan dolaylarına bölge karışıklıkları nedeniyle çıkılamamış ,aynı şekilde doğuda hiksoslarca talan edilen yer ler nedeniyle cesaret edilememiştir.Yanlarında bulunan değerli metallerin soyulması istenme miştir.Akıllı ve işini bilen Mos yada musa sinanın kuytularında zaman kazanmıştır.Afetlerin geçmesiyle aralarındaki huzursuzluklar başlar,
“ve israiloğullarının bütün cemaati , çölde musaya ve Harun a söylendiler ; ve israiloğulları onlara dediler ;keşke mısır diyarında et kazanları başında oturduğumuz zaman, doyuncaya ka dar ekmek yerken Rabbin eliyle ölseydik ; çünkü bütün bu cemaati açlıktan öldürmek için çö le çıkardınız.” (Çıkış 16:2-3)
Bu dönemde liderlerin karizmaları ortaya çıkar.Eski ahitte musanın kardeşi olduğu söyle nen Harun babilde bulunmuş ve hamurabi yasalarından haberdar olmuştur.Dağ eteklerindeki uzun ritüellerden sonra on emir halka sunulur.Hamurabi yasalarının bir kopyasıdır bu.Tanrı hamurabiden kopya çekmiştir.Yahve onlara sınırsız itaat karşılığında vaat ettiği (Sion) toprak parçası ile olaylar gelişir.Bu tanrının seçilmiş insanlarının kronoloji ve EXODUS arasındaki
Çelişkiler oldukça yoğundur.İbrani halkı olarak mısırda yaşayan bir halk olmayıp Çöl Bedevi
Leri ve mısırlı varoşların oluşturduğu bir topluluktur.Arkeolojide daha en baştayız. Daha toprağın üstündeyiz. Binlerce eser hala toprağın altındadır. İbranilerle ilgili mısır tablet ve papirüslerinde kayıtlarının olmaması, hiç olmayacağı anlamına gelmez. Çünkü ibranilerle ilgili hiç delil yok denmez. Şu ana kadar bulunamadı diye hiç yok demek bilime ve mantığa uymaz. Ayrıca kadeş savaşını hem mısırlılar ve hem hititler, büyük zafer kazanmış oldukları şeklinde anlatmışlardır. Tanrıları (fravun) suda boğulan, ordusu yok edilen mısırlıların bunu tabletlere, papirüslere ve duvarlara yazmaları beklenemez. Sadece başarılarını yazmışlar ve hatta bazen zafer olup olmadığı nanlaşmayla biten bir olayı abartıyla zafer olarak yazmışlar. Ayrıca 2. ramses, kendisinden önceki 2 ve hatta 3 fravunun (tutankamun dahil) tüm izlerini eserlerini vs. yok etmiştir. Kendisinden önceki fravunların izlerini yok edebilen mısırlılar, aşağılandıkları ve rezil oldukları olayları hiç yazıya dökermi. Ayrıca pek çok talet bulunsa bile arkelojiye hakim olan ve mısırda ilk araştırmayı yapan dinsiz arkeologlar, buldukları bir çok belgeyi gizliyor olabilirler. Dinsizler, nuh tufanına, sodom ve gomore yok oluşuna, truva saavşına da masal diyorlar dı ama görmezden gelinemeyecek ve göze batacak delillerin ortaya çıkmasıyla artık tufanı inkar etmemekteler. Tufanı inkar etmemeleri, insaflı ev vicdanlı olduklarından değil, görmezden gelinemeyecek derecede delillerin ortaya çıkması ve göze batmasıdsır. İlerde ibranilerle ilgili görmezden gelinemeyecek deliller ortaya çıktığında yine dinsizler bunun var olduğunu söyleyecektir. Ayrıca dinsizler, kuran'ı tevratı taklit ettiğini söylerler, ancak tevratta olmayan ve Kuran'ın haber verdiği bir çok olay (ad kavmi, Ubar kent, fravunun veziri taş ocakları başı Haman vs.) arkeolojik kazılarda çıkmıştır. Kuran, peygamberliğini en iyi şekilde ispatlamış bir kişiye vahyolunan gerçek bir kitap olarak ve hiç değişmeden mütevatiren günümüze kadar gelmiş olması ve bu haliyle bir çok tarihi olaydan bahsetmesi ve mısırda ibranilerden bahsetmesi karşısında, akli, vicdani ve bilimsel mantığa sahip sağduyulu herkes, Kuran'ın anlatımına inanacaktır.